Beyinsi

Ömer Seyfettin Bütün Hikayeleri Kısa Özetleri

  • 630.197 kez görüntülendi.
Ömer Seyfettin Bütün Hikayeleri Kısa Özetleri

Ömer Seyfettin Bütün Hikayeleri Kısa Özetleri

Ömer Seyfettin Türk hikayeciliğinin önde gelen isimlerindendir. Bizlere hikayeyi sevdiren adam desek yeridir. İlk okulda Ömer Seyfettin hikayeleri ile büyüdük. İçimize işlemiş öyküler yıllar geçse de hep taze kaldı ve nesilden nesile aktarılmaya devam ediyor edecekte. Ömer Seyfettin Balıkesir/Gönen doğumludur. 11 Mart 1884 den 6 Mart 1920 ye kadar olan kısa hayatına romanlar, hikayeler ve bir de risale sığdırdı. Roman olarak Ashab-ı Kehfimiz, Yalnız Efe ve Efruz bey eserlerini Türk Edebiyatına kazandırdı. Yarınki Turan Devleti risalesi mevcuttur. Gelelim hikayelerine. Ömer Seyfettin’in bilinen 126 hikayesi vardır. Hikayelerinden bazıları; Pembe İncili Kaftan, Diyet, Kaşağı, Başını Vermeyen Şehit, Perili Köşk, İlk Namaz, Gizli Mabed, Yüksek Ökçeler ve Primo Türk Çocuğudur. Bunlardan en bilinenlerinin  özetlerini aşağıda bulabilirsiniz.

 

Pembe İncili Kaftan

Yavuz Sultan Selim tarafından Şah İsmail‘e bir elçi gönderilecektir. Elçiyi seçmek pekte kolay değildir çünkü bu görev aynı zaman da tehlikelidir. Elçinin devletin onurunu koruyan, cesur, dürüst, korkusuz, yiğit biri olması gerekmektedir. Şah İsmail’in gaddarlığı herkes tarafından bilinir. Şah İsmail’den hemen hemen herkes çekinir. Bu elçilik görevini Muhsin Çelebi üstlenir. Kendi gönlüyle gelir Sadrazama bütün masraflarını kendi karşılayacağını söyler. Evini barkını ipotek eder bütün birikimini satar pembe incili kaftanını da alır Şah İsmail’in sarayına gider. Şah İsmail’in karşısına çıkar. Mağrur bir şekilde görevini yerine getirir yani fermanı Şaha verir. Görevi yerine getirmenin mutluluğu ile döner. Geri döndüğünde her şeyini kaybetmiştir. Elinde kalan tek şey devletin şanını yüceltmek olmuştur ve öylece hayatına devam eder. Bir kaftan bütün varlığını kaybettirmiştir.

Yalnız Efe

Eski zamanlarda bir köyde Yörük hoca diye bilinen ve halk tarafından çok sevilen bir adam varmış. Bu adam ve halk başka bir köyde yaşayan faizci Eseoğlu’ndan yaptığı işlerden bıkmışlardır. Eseoğlu bütün halkın topraklarını haciz ettiği gibi köy halkını da eşkıya olarak tanıtmaktadır. Günlerden bir gün Yörük hoca Eseoğlu ile karşılaşır. Eseoğlu Yörük Hoca’dan borç para ister. O sırada Yörük hoca’ nın yanında alınteri ile kazandığı parası vardır. Yörük hoca isteği parayı ona mecburen verir. O günün üzerine uzun zaman geçer ama yörükoğlu  parasını alamamıştır. Bu durum üzerine parasını istemeye gidince Eseoğlu’nun yanında çalışan adamları tarafından öldürülür. Babasının öldüğün duyan kızı Kezban yıkılır. Olayı araştırmak ister nasıl olduğunu kimin yaptığını bilmek ister aslında tahmin etmektedir bu kişi Eseoğlu’ndan başkası değildir. Her yere başvursa da hiç sonuç çıkmaz. Kezban bunun üzerine dağa çıkıp eşkıya olur. Artık ona herkes dağda Yalnız Efe der Bir süre sonra Eseoğlu’nu görür ve babasının intikamını alır. Artık hayatını haksızlıklarla mücadeleye adayan biridir.

Diyet

Hikayenin kahramanı Koca Alidir. Koca Ali dürüst biridir. Koca Ali’ye iftira atılır hırsızlıkla suçlanır. Bu Ali’nin zoruna gider ama yapacağı bir şey de yoktur. Hırsızlık suçunu cezası olarak diyet ödemesi gerekir. Parası yoktur. Halk zengin birini bulur ve Ali’nin diyetini ödetir. Halk Ali’yi çok sever sahip çıkar. Ali borcunu ödeyen Kasap Hacı Mehmet’e borcunu yanında çalışarak ödemeye başlar. Ustası Ali’ye zulüm eder. Ustası o kadar gaddardır ki Koca Ali artık dayanamaz kendi kolunu keser kasaba verir ve özgürlüğüne kavuşur. Böylelikle borçlu kalmamış ve ezilmemiş olur. Borçlu kalmaktansa ve ezilmektense bir kolumu kaybederim ama özgür yaşarım der.

Ferman

Hava bozmuş fırtına çıkmış ve ordunun gücünü kesecek dereceye gelmiştir. Osmanlı ordusu günlerdir çok zorlu şartlarda fırtınalı havada ilerlemeye çalışır. Fırtınadan padişahın otağ ısını taşıyan gurup kaybolmuş bu yüzdende padişahın ot ağısı kurulamamıştır. Çok cesur ve padişaha çok bağlı olan Tosun bey durumuz sinirlenir. Tosun bey otağı aramaya çıkar ancak yağmur ve fırtınadan hiç bir şey göremez. Arama esnasında sipahi askerleri onu padişahın çağırdığını söylerler. Padişah, yanına gelen Tosun beye Nişe götürmesi üzere bir ferman verir. Fermanı alan Tosun Bey neredeyse hiç dinlenmeden gece gündüz demeden dağlar aşar sonunda Nişe varır daha sonra sabah olsun Niş beyine fermanı veririm deyip bir hana uyumaya gider. Tosun bey gece rüyasında göğüsünde taşıdığı fermanın kan olup aktığını görünce uyanır. Uyandığında rüyanın da etkisi ile ferman artık durduğu yerde göğüsünü yakıyordur. Fermanın içinde yazanı merak etmeye başlar. Her ne kadar açmak istemese içinde ne yazdığını çok merak ediyordur. Yağmurdan dolayı mühürde açılma noktasına gelmişti. En sonunda dayanamayıp fermanı açıp satırları okurken şok olur Fermanda kendi kellesinin alınması yazıyordur. Bu duruma anlam veremez Tosun Bey hep sağdık bir asker olmuş cesurca savaşlara katılmış bir askerdi. Şaşkın ifadelerle olaya anlam vermeye çalışıyordu. İftiraya uğradığını düşündü ve kaçmayı denedi ancak yapamadı. Fermanı Niş beyine verip vermemekte karasız kalır. Kendisine verilen öğütleri aklına getirerek sabah olduğunda Beyin yanına gitmiş fermanı vermişti. Fermanı okuyan bey şaşmış kalmış Tosun beyin ölmemesi için padişahla konuşabileceğini onun için bir şeyler yapacağını söyler amma velakin Tosun bey Padişahın emrine uymayanı ben öldürürüm der ve kellesini almasını ister. Tosun Bey orada ölür.

Kaşağı

Hikayenin anlatıcısı ve Hasan kardeştirler. Çiftlikte yaşamlarını sürdürürler. Çiftlikte atlar vardır tabi atların bakıcıları da. En sevdikleri şey ise atlara bakan seyisin atları kaşağı ile tımarlamasıdır. Tımar zamanları karşıya geçer öylece bakarlar ve bir gün kendileri tımar yaptıklarının hayalini görürler. Bir gün gece kendisi atları tımar etmek ister ve gizlice ahıra gider. Kaşağıyı alır fakat tımar yapmasını beceremez. Kaşağıyı kırar ve saklar. Bu beceriksizliğini de söyleyemez suçu da kardeşi Hasan’a atar. Hasan’a artık ahıra girmek yasaklanır. Hasan bu olaya çok üzülür ve bir anlam da veremez. Kaşağıyı kimin kırdığını da merak eder. Hasan bir gün hastalanır yatağa düşer. Ölmek üzeredir. Hikayeyi anlatıcı vicdan azabından duramaz ve Hasan’ın suçsuz olduğunu söylemek ister fakat o gece Hasan ölür.

Falaka

Kitaptaki kahramanımız kuran kursuna gitmektedir. Burada huysuz bir hoca mevcuttur. Bu hoca çocuklara iyi bir eğitim veremediği gibi onları  falakaya yatırıyordur. Bir de bu hocanın her gün camiye gidip geldiği merkebi(eşeği) vardır, çocuklar ona Abdurrahman Çelebi adını verirler. Bir gün bu kursu kaymakam denetlemeye gelir bir kaç çocuğa kuran okutmak istese de olmaz. Sinirlenen kaymakam hoca efendiyle konuşarak orada bulunan falakayı kaldırmasını ister. Falakanın kalktığını gören çocuklar günden güne dahada arsızlaşır hocaya yapmadıklarını bırakmazlar. Bunun üzerine hoca falakayı geri çıkararak çocukları eskisinden daha çok ve sert dövmeye başlar. Hocanın bir de kullandığı enfitye denilen bir toz vardır. Bu toz burna çekilince fena bir şekilde  hapşurtmaktadır. Bizim afacanlar tabi yerinde durmaz bir gün esneme numarası ile hocayı  uyuturlar, Hocanın tozunu alıp hep birlikte burna çekmeye ve hapşurmaya başlarlar. Gürültüye uyanan hoca çok sinirlenir ve çocukları bir güzel döver ve onlara bir daha hapşuran ve esneyen olursa şart olsun ki  onları öldüresiye döveceğini söyler. Bu kelime çocukların diline takılmıştır. Çocukalr bir gün bu tozu eşeğe koklatırlar. Eşek hapşurmaya başlar. Hoca gelir ve bu işe anlam veremez. Çocuklara verdiği sözden dolayı eşeği de falakaya yatırmak zorunda kalır. Oradan geçen kaymakam bunu görür ve o günden sonra kimse hocayı bir daha görmez. Kahramanımız her hap şuranı gördüğü zaman aklına bu hikaye gelip vicdan azabı duyar.

 

Perili Köşk

Sermet Bey ailesi ile birlikte bir ev aramaya başlar. Gezmedikleri yer kalmaz sonunda çam ormanının içinde bir köşk görür ve burayı kiralamak ister. Burada görevli olan bekçiyi bulur. Bekçi köşkün perili olduğunu söyler. Perilere hayaletlere inanmayan Sermet Bey yine de evi tutmak ister. Ev sahibi ile görüşür 3 yıllık kirayı peşin verir. Ev sahibi de aynı şekilde köşkün perili olduğunu söyler. Sermet bey bu olanları biraz garip karşılar ama üstüne düşmez. Bir zaman sonra köşkün bahçesinde beyaz bir hayalet görünüp kaybolur. Ailesi korkar ve taşınmak ister. Sermet bey bu hayaletten hiç korkmamaktadır. Sermet Bey hayaleti yakalamayı ister. Plan yapar pusu kurar ve yakalar. Beyaz örtüyü açtığında ev sahibini karşısında görür. Ev sahibi kiraları alır kiracıları kaçırır ve bir başkasına tekrar kiraya vererek dolandırıcılık yapar. Ev sahibinin sahtekarlığını gören Sermet Bey 6 yıllık kiranın verildiğine dair belgeyi ev sahibine imzalatır. Dolandırıcı ev sahibi 6 yıl hiç kira almaz.

Bomba

Hikaye 1900’lü yıllarda Mekedonya da bir kasabada geçer. Halk huzur içinde yaşarken bir fitne tohumu ekilir. Kasaba da yaşayan ve hikayenin kahramanı genç Boristir. Ülkede her şey kötüye gitmeye başlar. Ülkede bir kargaşa ortamı mevcuttur ve bu kargaşadan yararlanmak isteyen Komitacılar yönetimi el alır. Yönetimi aldıktan sonra halka zulüm ederler özellikle kendilerinden olmayanları öldürürler. İşkence ederler. Evlerinden barklarından ederler. Bu yönetim anlayışına karşı çıkan birileri vardır bunlardan biri de Boristir. Boris ise sosyalist bir gençtir. Huzur içinde ailesi ile birlikte kasabasında yaşamak ister. Huzur kalmayınca ailesini de alıp Amerika’ya gitmek ister fakat gitmeden bir gece önce yakalanır. Boris’in kafası kesilir ve eşine bir bomba gibi verilir.

Topuz
Eflak’lı komutanlar meydanda naralar atan, içki şişelerinin dibine vuran, çoşkulu bir kalabalığa bakıyorlardı. Türklerden kurtulduk diyorlardı. Türkleri hor görüyorlardı.  Halk sevinçten kutlamanın dozunu da kaçırmıştı. Böbürlene böbürlene prenslerinden bahsediyorlardı. Sonra ileri de 33 Türk atlının ve bir  elçinin geldiğini görürler. Türkler bize ve prensimize hediye getiriyorlar diye şımarıyorlardı. Elçi yaklaşır ve atından iner. Prensin huzuruna kadar yaya gideceklerdir. Meraklı bakışlar altında ilerler. Sarayın kapısına vardığında önce Eflak’lı komutan girer sonra elçiyi çağırır. Elçi yanında getirdiği hediyelerden topuzu alır ve kaldırdığı gibi prensin tepesine indirir. Prensine ezilmiş kafası etraftakilere dehşet verir. Bütün voyvodalar ve zenginler donup kalmış bu Türkü izlemektedirler. Elçi tahta oturur ve alın size isyan der. İsyana kalkışan Eflaklılar neye uğradığına şaşırırlar. 300 Türk atlısı yaklaşık 4000 Eflaklıyı susturmuştur. Saraydakiler elçinin önünde diz çökerek itaat ederler. İstiklal mücadelesine düşenin sonu işte budur der elçi.
Üç Nasihat

Durmuş annesiyle yaşayan fakir biridir. Para kazanmak için evden ayrılmak ister. O dönemde herkes dışarı çalışmaya gider. Öküzlerinden biri ölünce tarlayı süremez ve İstanbul’a gitmeye karar verir. Orada biriyle karşılaşır. 1 yıllık çalışması sonucu sadece  1 kuruş ve bir nasihat vereceğini söyler. Durmuş kabul etmez ama dayanamaz nasihatin ne olduğunu merak eder. Gelir adamın yanında bir yıl çalışır fakat nasihat zaten bildiği bir şeydir. Bu böyle 3 yıl tekrarlanır. Sonunda adamın verdiği nasihatler işe yarar ve Durmuş zengin olur.

Efruz Bey

Bir insanın kendini nasıl topluma benimsettiğini ve bir anda nasıl dibe indiğini anlatır bu hikaye. Ahmet Bey, Çerkez kökenli bir annenin  oldukça zengin, kibar, âlim biriymiş gibi görünen oğludur. Aslında ne âlimliği ne de zenginliği vardır. Kimin nesi olduğunu kimse bilmediğinden herkes onun görüntüsüne kanarak saygıda kusur etmezlermiş. Bir gün çalıştığı yere geldiğinde hürriyetin ilan edildiğini duyurur ancak kimsenin böyle bir ilandan haberi yoktur. Kanuni Esasi yeniden tebliğ edilmişse de içinde hürriyete ilişkin bir atıfta bulunma yoktur. Ahmet Bey ise bu hürriyet haberine öylesine inanmaktadır ki gerçeği yalnız kendisinin bildiğini ve herkesin sonradan bunu öğreneceğini düşünmektedir. Bu düşüncesi ona kendisinin diğerlerinden üstün olduğu hissini verir. Bu düşüncelerle sokak ortasında yaşasın hürriyet diye bağırarak dolaşır. Coşkunluğu arttıkça nidası da artar. Eski rejime küfürler saydırır. Halk tepki gösterir. Önce deli sanarak polise haber vermek isteseler de sonra başına bir kalabalık toplanır ve onun coşkusuna ve nidalarına ortak olurlar. Ona bu işi nasıl gerçekleştirdiği sorulunca Ahmet Bey kendisinin de bilmediği bu soru karşısında duraksar. Karşısındaki kalabalık bu işi kendisinin gerçekleştirdiğini düşünür. Jön Türklerin başı olduğunu söyler, bir tünel kazarak hürriyet ilanını yayınlaması için sarayı tehdit etme projesinin kabul edildiğini, bu tüneli kazmanın 20 yıl sürdüğünü söyler Oysa ki kendisi henüz 24 yaşındadır. Ahmet Bey, isminin de sahte ismi olduğunu söyleyerek ismini inkâr eder. Kısa sürede ünü tüm şehirde yayılmıştır. Herkes artık kahraman olarak görür. Halk hürriyet bağırışlarıyla  Ahmet Bey’i omuzlar üstünde evine getirir. Gece boyunca geldiği noktayı düşünür. Bir de henüz kendisinin de bilmediği gerçek ismini. Sabaha dek yaptığı araştırmalar sonucunda şanına yaraşır bir isim bulur. Bu isim Efruz Beydir. Ertesi gün kalabalığa hitaben gerçek ismini söyleyince halkın coşkusu da artar.  Bir hana gelerek orayı merkez olarak kullanırlar. Efruz Bey arada hürriyet vaazları verip halkı coşturmaya devam eder. Polis teşkilatını ortadan kaldırmak gibi projeleri uygulamaya koyar. İstanbul kadınları arasında Aforoz Bey’e dönüşen ismi ise bu doğan kız çocuklarına Firuze olarak konur. Yine coşkuyla evine geldiği gün bir telgraf alır. İttihat ve Terakki Cemiyetinden gelen bu telgraftan bir şey anlamasa da bizimkilerdendir diyerek  onların yanına gider. Arkadaşları onu umduğu gibi bir karşılamaz, aksine onu hep bir ağızdan küçük düşürürler. Kendisini bekleyen kalabalık dağılır. İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından sorgulanır. Sorgu sırasında tüm bu kargaşanın bir üstün görünme çabası için olduğu anlaşıldıkça ortamda kahkahalar kopar da kopar. Hapse girer. Çok fazla kalmaz çıkar. Halk artık Ahmet Bey’i görmezden gelir. Kendisi de bunların bir rüya olduğuna hükmederek kısa sürede unutur gider. Kısa bir rüyaya dalmış ve geri uyanmış sayar kendini.

 

Forsa

Osmanlıda bir gemici düşmana esir düşer. Gemici çok zor günler geçirir. Kimi zaman aç kalır açıkta kalır ama bir şekilde dayanmasını bilir. Esaret sürecinde pes etmez sabır eder ve bir gün Osmanlı askerlerinin kendisini bulacağını ümit eder. Bu ümitle yaşar ve aradan yıllar geçer. Yıllar sonra yaşlandığında düşmanlar yaşlı gemiciyi bir adada yalnız başına bırakır. Bu adada yalnız kalmasına rağmen içindeki o ümit hiç bir zaman kaybolmaz. Bu yaşlı gemici bir gün sabrının sonunda selamet olduğunu görür. Tüm sıkıntıları bir anda yok olur çünkü Osmanlı gemileri gelip bu yaşlı gemiciyi bulmuştur. Hikayenin en güzeli yanı ise geminin kaptanı da yaşlı adamın öz oğludur.

Primo Türk Çocuğu
Kenan bey Selanik’te yaşar. Kendisi mühendistir. Avrupa da eğitim görmüş sonra Selanik’e dönmüştür. Burada İtalyan bir bayanla evlenmiştir. Kenan Türklüğünü unutup Avrupa çocuğu gibi yaşamaya başlar fakat bir süre sonra bu rahatsızlık verir ve bu konuda üzerinde düşünmeye başlar. Kenan sonunda gerçekte Türk olduğunun farkına varır ve Türk gibi yaşamaya başlar. Kenan oğlu Primo’yu bir İtalyan gibi yetiştirir. Sonra tekrardan Türk gibi yetiştirmeye çalışır ve başarır. Eşi Kenan’ı terk eder. Çocuk ise babası ile yaşamayı seçer. Primo ismini Oğuz olarak değiştirir. Yunanlılar Selanik’i işgal için geldiğinde Türk subayları direniş göstermeden şehri verirler. Primo elindeki tabanca ile dışarı çıkıp kahraman gibi yunanlıları öldürmeyi planlar.

İlk Namaz

Hikayenin kahramanı Ömer dir. Ömer çok dürüst, saf, tertemiz biridir. Din ile arası hiç bozulmamış ve  gereklerini yerine getirmeye çalışmıştır. Ömer bir gün namaz kılmak için kalkar abdestini alır ve odasına döner. Hava daha aydınlanmadığı için biraz daha bekler ve o esnada 15 yıl öncesinde kıldığı ilk namaz aklına gelir. Soğuk bir gecedir ve hayatının boşa geçtiğini düşünür. Hayatının en anlamlı olduğu dönemin çocukluk dönemi olduğunu düşünür. Çocukluğuna duyduğu özlemle hayatına devam eder.

Gizli Mabed

Nazan gayet dürüst ve temiz bir kadındır. Eğlenceler kadın ve erkek karışık düzenlendiğinde bu kötü karşılanırdı. Nazan ise bütün bu kötü karşılamalara rağmen her şeyi boş verip gönlünce eğlenirdi. Sermet ise eşinin bu durumundan şikayetçidir. Paraları vardır zenginlerdir eğer zengin olmasalar Nazan’ında böyle olmayacağını düşünür. Paranın Nazan’ı şımarttığını düşünür. Yine bir gün Nazan bir eğlence düzenler. Bu eğlencenin ileri gittiğini hatta bir erkekle aldattığı dedikoduları Sermet’in kulağına gelir. Bunun üzerine Sermet ilişkiye arar verir. Sonra pişman olur tekrar barışırlar. Bu sefer kural da değişir. Eğlencede kadınlar kadınlarla erkekler de erkeklerle eğlence düzenleyebileceklerdir. Nazan Sermet’in kendisini aldattığını düşünür. Bir eğlence düzenler. Refi’ye kara çarşaf giyip gelmesini söyler. Refi’nin eşi Meliha da oradadır. Sermet ise Meliha’yı haremine çağırır ve erkek kılığında gelmesini söyler. Erkek kılığında gelir Meliha. Sermet’e “Sen benimlesin fakat kocam da senin karınla” der. Sermet karısını yanına gelir. Refi’yi döver karısına döner. Karısı Sermet’i sevdiğini söyler ve Sermet orada eşine haksızlık ettiğini düşünür.

Başını Vermeyen Şehit

Osmanlı askerleri bir kale savunması yaparken içlerinden ünlü bir askerin başını vermemesi hikayenin ana temasıdır. Deli mehmed cesur bir yiğitti. Heybetli görünüşü ile yürüyen bir devi andırırdı. Kale savunması yapılırken düşman ağırlığı altında askerler eziliyordu. Düşman güçlüydü ve galip gelmeleri an meselesiydi. Artık ümit kalmamıştı. Deli Mehmed aslan gibi çarpışıyordu. Düşman askerlerden biri kılıç darbesi ile Deli Mehmed’in başını gövdesinden ayırdı. Kuru Kadı bu olayı gören tek kişiydi. Deli Hüsrev de meydandadır ve çarpışmaktadır. Deli Mehmed’in olayına şahit olmuştur. Deli Hüsrev Deli Mehmed’in yerde yattığını görünce bağırır. Mehmed canını verdin başını verme der. Mehmed kalkar düşmanın elinde olan başını alır ve orada yere uzanır.

Beyaz Lale

Balkan savaşı sürerken Türk köyleri işgal edilir. Bulgarlar Türklere işkence eder. Paralarını alır ve eziyet ederler. Rakko adınd zalim bir komutan vardır ve bütün pislikler bu komutandan çıkar. İşkence çeşitlerini bu komutan bulmuştur. Çocukların ve kadınların ölmesi gerektiğini düşünür. Bu zalim komutan köyde yaşayan en güzel kızı ister. Gezer ve sonunda LALE isminde çok güzel bir kız bulur. Ailesine bir askerin geleceğini ve kızın ona hizmet edeceğini sonrada geri getirileceğini söyler. Lale evde yalnız olduğu bir gün zalim komutan gelir ve zora Lale’ye sahip olmaya çalışır. Lale çok direnir ama nafile. Komutan Lale’yi elde etmiştir. Lale bitkin bir haldedir ve yola gelmiş gibi yaparak pencere kenarına gider ve aşağı atlar. Lale yaşadıklarını kaldıramadığından canına kıymıştır.

 Kütük

Aslan Bey komutasındaki Türk ordusu çok hızlı ilerler. Karşılarına ne gelirse alırlar. Sonunda duvarları çok yüksek olan bir kale çıkar. Bu kaleye daha önce hiç saldırı olmamıştır. Kale kayadan daha sağlam gibi görünür. Aslan bey hazırlıkları yapar ve emri olmadan saldırı olmayacağını söyler. Aradan epey bir zaman geçer ama ordu hale bekler. Askerler bir anlam veremez ve Aslan bey’e ne zaman saldıracaklarını sorarlar. Aslan bey bekleyin der. Bu arada her gün ormana gider. Kimse neden gittiğini de anlayamaz. Aslan bey sisli havayı beklemektedir. Nihayet sis gelir ve Aslan bey emri verir. Askerlerin bağırmasını ister. Yanlarında bulunan 50 mandayı da getirmelerini söyler ve ormana gider. Sis yavaş yavaş açılmaya başladığında Aslan bey bir elçi gibi kaleye yaklaşır ve teslim olun der. Düşman teslim olmaz sonra karı dağa bakın der. Herkes orya baktığında inanılmaz büyüklükte bir top görür. Aslan Bey bu topun İstanbul’u fetheden top olduğunu ve ateşlenirse kalelerini yok edeceğini söyler. Düşman bundan korkar ve teslim olur. Aslan bey düşmanın komutanını topun yanına götürür. Düşman komutan onun gerçekte bir top olmadığını onun bir kütük olduğunu anlar.

 

Ant

2 arkadaş çok iyi anlaşmaktadırlar. Her gidilen yere beraber gider er yaramazlığı da beraber yaparlardı. Hikayenin anlatıcısı ve kan kardeşi Mıstık baş kahramanlardır. Hikaye anlatıcısı Mıstık ile kan kardeşi olmak ister. Mıstık ta onunla kan kardeşi olmak ister. Beraber vakit geçirdikleri bir gün parmağı yaralanır ve Mıstık ile kan kardeşi olurlar. Orada her zaman beraber lacaklarına, her zorluğa birlikte göğüs gereceklerine, birbirlerine hep iyi olacaklarına Ant içerler. Günlerden bir gün Mıstık bir köpek tarafından ısırılır. Mıstığın durumu kötüye gider. Kan kardeşi de Mıstığın durumuna üzülmektedir. Mıstık kuduz olur ve ölür. Kan kardeşi de bu ölümün ardından perişan olur, yıkılır. Hikaye anlatıcısı elindeki yaraya baktıkça kan kardeşini hep hatırlar.

Yüz Akı

Mehmet efendi zengin biridir. Mehmet efendi malını kime güvendiyse hıyanete uğrar. Çalarlar satarlar vesaire en sonunda 1500 koyundan sadece 50 adet kalır. Mehmet efendi bir gün müftüye derdini anlatır. Dürüst kişilerin artık piyasada kalmadığını herkesin düzenbaz olduğunu yalancı olduğunu dolandırıcı olduğunu söyler. Müftü Mehmet efendiye böyle birinin olduğunu söyler ve bir çobandan bahseder. Çoban temizdir namusludur namazlı abdestlidir der. Bunun üzerine Mehmet efendi eğer bu çoban gerçekten böyle ise bütün malımı da emanet edebilirim der. Çobanı çağırır ve 50 tane koyununu emanet eder. Bunların çoğalması sonucunda beşte birini kendisine vereceğini söyler. Aradan bir yıl geçer çoban elinde bir kap yoğurt ve bir deri ile gelir. Mehmet efendi merak eder ve koyunlarının nerede olduğunu sorar. Çoban anlatır. Koyunların hepsinin kısır olduğunu ve hiç kuzu alamadığını söyler. Ayrıca koyunları kurtların yediğini kimisinin de hastalanarak öldüğünü söyler. Geriye bir tane koyun kaldığını ve onunda sütünü yoğurt yaptığını o koyununda gelirken kayalıklardan düşüp öldüğünü ve derisini yüzüp getirdiğini söyler. Mehmet efendi çok sinirlenir ve yoğurt kabını çobanın kafasına geçirir. Çobanda hesabını doğru veren yüzünün akıyla böyle çıkar der.

Yüksek Ökçeler

Batılı gibi yaşama çabasında olan bir kadından bahseder hikaye. Küçük yaştaki kızlar zengin erkeklerle evlendirilir. Para her yolun kapısını açtığı gibi yaş gözetmeksizin kızları da zenginlere gencecik yaşta eş yapar. Bu zenginler arasınd gelenek haine gelmiştir. Hatice Hanım da bu kızlardan biridir. Daha çocuk yaşta 13 yaşında evlendirilmiştir. Bu süre zarfında Hatice çocukluğunu yaşayamaz ve evlilik ağır gelir. Gönlünce gençliğini yaşayamaz. Eşi ölünce artık erkeklerden nefret etmeye başlar. Bir daha asla erkek görmek istemez. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışır. Kendi hayatını yaşama çabasındadır. Hatice hayatın tadına yeni yeni varmıştır. Hatice Hanımda batı hayranlığı başlamıştır sürekli süslenir, eğlenir ve yüksek ökçeli ayakkabı giyer.

Bahar Ve Kelebekler

 Nine ve torunu arasında geçen bu hikayede nine eskiden yaşamış olduğu olayları, güzel hatırları torununa anlatır. Torunu bir gün eline bir kitap alır ve okumaya başlar. Kitapta mutlu kadınlardan bahseder. Ama bu kitap yerli değildir. Kız ninesine kitabın içeriğinin Türk kadınları olduğunu söyler. Nine de başından geçen olayları anlatmaya başlar. Eskiden nine arkadaşları çok eğlenirlermiş. Özellikle baharda arkadaşları ile geçirdiği vakit pek bir özelmiş. Hiç mi hiç sıkılmazlarmış. Nine anlatmaya devam ettikçe kız daha çok merak eder ve okuduğu kitabı bırakır ninesini dikkatle dinlemeye başlar. Nine arkadaşları baharın gelmesiyle çeşitli oyunlar oynarlarmış. Bu oyunlardan biri de kelebeklerin beyaz olanını kim görürüse onun kısmeti açılacakmış. Eğer siyah kelebeği görürlerse bu ölüm getirecekmiş. Kız ninesini dinler ve merak eder. Pencereden dışarı bakar ve beyaz kelebeği görmeyi ümit eder ama beyaz kelebeği göremez. Sonra bir siyah kelebeğin uçtuğu görür ve ağlamaya başlar.
İlk Düşen Ak
Kahramanımız 30 lu yaşlardadır. Küçükken Kanlıca da oturur ve komşularının küçük maymunu ile oynardı. Çocukluğu güzel geçer ve bir gün aynanın karşısında saçını tararken saçında bir ak gözüne çarpar. O esnada çocukluğu aklına gelir. Ve yaşlandığını hisseder. Bu akı koparır ve bakar. Baktıkça hüzünlenir ve iç geçirir. sonra 30 yaşında biri için bunun normal olduğunu düşünür ve kendini teselli eder. Ölen annesinin sözleri aklına gelir. Annesi ona 30 yaşına geldiğinden bundan sonra ömrünün daha hızlı geçeceğini ve sıkılmaya dahi vakit bulamayacağını söylemiştir. Kahramanımız iyi tahsil görmüş girdiği her yerden birinci çıkmıştır. Ve istediği her şeye sahip olmuştur. Fakat bu sahip oldukları onu mutlu etmemektedir. Aslında bu kadar varlığın içinde kendini çok yalnız ve kimsesiz hisseder. Edebiyata önem verir. En önemli uğraşı edebiyattır. Kötü alışkanlıkları da bulunmaz. Kahramanımız sürekli iş yerinde oturduğundan kendini hasta zanneder ve doktora gider. Doktorla arasında bir sürü konuşma geçer. Doktor teşhisini koyar. Kahramanımız artık daha fazla dışarı çıkar seyahatler eder hatta bir de kitap yazmaya başlar. Doktor ona hayattan nasıl daha fazla zevk alacağını öğretmiştir. Yalnız olmanın verdiği sıkıcılıktan da kurtulmanın tek yolunun evlenmek olduğunu düşünür.
Aşk Dalgası
Kahramanımız bulunduğu yerden Kadıköy’e gitmek için bir vapura biner. Vapurda tanıdık birilerini göremez bu nedenle vapurun kenarına gelir ve dalgaları seyretmeye başlar. Dalgaları seyrederken de hayallere dalar. Tam hayallere dalmışken arkasından bir el omzuna dokunur. Döner bakar ve karşısında eski okul arkadaşını görür. Okul arkadaşı ile hasret giderir. Okudukları zamanda da iyi arkadaştırlar. Arkadaşı evli olup olmadığını sorar. Kahramanımız hala bekar olduğunu söyleyince konuşmaya başlar. Toplumda aşkın olmadığını, aşkı yaşamanın nerdeyse imkansız olduğunu söyler. Çünkü toplumda genelde görücü usulü ile evlilik yapılmaktadır ve bu şekilde aşk pek mümkün görünmez. Nikah düşen iki kişinin yan yana gelmesi de dini açıdan kural olduğu için halkın aşkı yaşayamadığını ve aşkın ne anlama geldiğini bilmeden yaşandığını söyler. Kahramanımız arkadaşının anlattıklarının doğru olduğu düşünür ve bu düşünceler içerisinde vapurdan iner.
Nakarat
Türk subayımız başından geçen olayları bir deftere not eder. Bu hikaye subayımızın notlarından oluşur. Subayımız çok hayalperest birisidir. Görevini başka bir yerde yapmak için komutanına rica da bulunur. Küçük bir Bulgar köyünde görev alır. Subayımız burada da rahat durmaz. Sıkılganlığı, vurdumduymazlığı, olayları umursamayışı devam eder. Bir zaman sonra bu köyden sıkılmaya başlar. Bu sıkılganlığı en üst seviyeye çıktığı bir gün bir kadın sesi duyar. Sesin sahibini çok merak eder. Kız karşı evde oturan bir Bulgar güzelidir. Subayımız kızı görür görmez aşık olur. Kız da subayımızdan hoşlanmıştır. Kız evin penceresine çıkar ve bağıra bağıra şarkı söyler. Subayımız da kızın söylediği şarkıyı kendi kafasında çevirir. Bu bir aşk şarkısıdır der. Kızla tanıştıktan sonra artık görev yaptığı köy sıkıcı hal almaktan uzaklaşır. Kızı görmeden bir gün bile geçirmek istemez. Önemli görevler haricinde kaldığı yerden çıkmaz ve kızı seyreder. Subayımızın tayini çıkar. Gideceği için çok üzgündür. Sevdiği kızı burada bırakacaktır. Kızın pencereye çıkıp bağıra bağıra söylediği o şarkıyı merak eder ve esnafın birine çeviri yaptırır. Duydukları karşısında şok geçirir. Kızın aşk şarkıları söylediğini zanneden subayımız kızın aslında “İstanbul bizim olacak” dediğini öğrenir. Beyninden vurulur ve kızın aşkı yüzünden aksattığı görevleri düşünür ve çok pişman olur.
Aleko Bir Çocuk
Bu hikayede Ali’nin savaşın getirdiği zorluklara göğüs germesini ve yapmadığı şeyleri yapmaya zorlandığı anlatılır. Çanakkale savaşı devam etmektedir. Ülkede azınlıklar ayaklanır. Azınlıkların ayaklanması çeşitli değişikliklere de sebep olmuştur. Bu değişikliklerin başında köylerin boşaltılması ve Anadolu’ya taşınması olur. Bu büyük göç beraberinde zorlukları da beraberinde getirir. Rumlar ve hristiyanlarda Anadolu’ya getirilir. Ali bir rum fırıncının yanında çalışır. Ustası da göç edeceğinden Ali de yollara düşer ailesini aramaya başlar. Yollarda çeşitli zorluklarla karşılaşır. Aç kalır susuz kalır. Yolunu kaybeder derken bir rum kafilesine rastlar. Su ister. Önce suyu alamaz ama adının Aleko olduğunu söyler ve bir rum olduğuna inandırır. Suyunu içer. Kafilede bulunan papaz Ali’yi sever ve yanına alır. Papazın asıl düşüncesi onu kiliseye almak ve yetiştirmektedir. Ali bazı şeylere karşı gelir. Örneğin kilisede her gün şarap içilir ve şaraplı ekmek yenir. Ali buna karşı çıkmaya çalışır çünkü şarap içmenin haram olduğunu bilir. Ali bunu yapmazsa açlık çekeceğini ve işkenceye uğrayacağını düşünür ve istemeye istemeye içer. Kilisede Türkler hakkında kötü şeyler söylenir. Ali bunları duydukça üzülür ama belli etmez. Papaz Türklerden kurtulma gerektiğini söyler. Ali de durumu gereği istemeden bu tür karalayıcı sözlere sessiz kalır.
Kaç Yerinden
Kahramanımız bir doktorla vapurda sohbet etmektedir. Doktor başarılı çalışmalara imza atmış biridir. Kahramanımızın yazdığı bir destanı okumaya başlar. Sonra da eleştirir Eleştiri kahramanımızın gücüne gider çünkü doktor kitaptaki kahramanların günümüz askerlerinden daha iyi olmadığını daha cesaretli olmadığını söyler. Kahramanımız doktorun görüşlerini yanlış bulur. Kitabı evladı gibi görür ve doktor evladını sevememiştir bunun üzüntüsü ile sohbete devam eder. Doktora göre mazi gerçekleri yansıtmaz ama kahramanımız her şeyi mazi ile ilişkilendirir. Doktor kahramanımızın hayalperset olduğunu ve tüm düşüncelerinin gerçeklerden uzak olduğunu dile getirir. Doktor kendini iyi geliştirmiş biriydi. Biraz da hatiplik vardı. Doktor kahramanımıza kitaptaki kahramanların savaşta yaralanıp yaralanmadığını sordu. Kahramanımız da savaşın şiddetine göre en şiddetli savaşlarda 10 yerinden yara alan askerler var dedi. Doktorda daha önce tedavi ettiği ve vapurda rastlaştığı zabiti göstererek bu adam tam 49 yerinden yara aldı dedi. Doktor kitabın gerçeği yansıtmadığını söylemek istiyordu. Zabitin tam bir kahraman olduğunu adının duyulmamasını istediğini başkaları gibi kendi reklamını yapmadığını söyledi. Bu zabitin adı Ferhat Ali’dir ve halkın gizli kahramanıdır. Kahraman ile Ferhat Ali’yi doktor tanıştırır. Kahramanımız çok heyecanlıdır çünkü kitabında yarattığı hayali kahramanların çok ötesinde ve saygı duyulması gereken bir gerçek kahraman ile yan yanadır. Kahramanımız elinde tuttuğu kitabını bükerek cebine koyar ve gerçek kahramanların halkın arasında arasında dolaştığını ve aslında bu gerçek kahramanların hikayelerini yazmak gerektiğini düşünür.
Kurumuş Ağaçlar
 Derebeyi Deli Murad, gayet sert mizaçlı otoriter astığım astık kestiğim kestik bir beydir. Geçmişte yaşamış ve yaşamış olduğu çirkinlikleri düşünür ve pişman olur. Bu pişmanlıkla daha önceden hacca gitme kararından da vaz geçmiştir. Günler geçer. Bu pişmanlık Deli Murad’ı yer bitirir. Geceleri uyuyamaz sürekli bunu düşünür. En sonunda bir dervişe bu konuyu danışmaya karar verir. Dervişle konuşur. Geçmişte işlediği günahlardan nasıl kurtulacağını sorar. Derviş ya ölümü hak eden birini öldüreceğini ya da bir aş evi açarak açları doyurması gerektiğini söyler. Deli Murad kimseyi öldürmeme yemini ettiği için bir aş evi açar ve açları doyurmaya başlar. Derviş gitmeden önce Deli Murad’a günahlarının bahçeye diktiği kuru ağaçların yeşerdiği taktirde af olunacağını da ekler.  Deli Murad buna pek akıl erdiremez ama dervişi dinler. Aş evine yoksullar gelir yemek yer ama ağaçlardan hiç biri yeşermez. Deli Murad bu işin ciddi olmadığını dervişin kendisini kandırdığını düşünür. O kadar çok sinirlenir ki yoldan geçen atlı birinin gelip yemek yemesini ister adam reddedince de silahını çeker ata ateş eder. Atın vurulduğunu sanar ama yanına gidince adamı  vurduğunu görür. Pişman olur. Artık kan dökmemek için söz verdiği halde birini öldürmüştür. Pişmanlığından kendini de öldürmeye kalkar. Eve giderken ağaçların yeşerdiğini görür. Böylece ölümü hak eden birini öldürdüğü için günahları affolunur. Deli Murad adam hakkında araştırma yapar ancak iyi biri gibi görünür fakat cebinde bulduğu bir mektupta temiz namuslu bir kadını kötüleyen karalayan bir mektup bulur ve adamın ölümü hak ettiğine kanaat getirir.
Herkesin İçtiği Su
Çin hükümdarı Ling Yu halkının iyiliği için her şeyi yapar. Akıllıdır. Geçmiş ile ilgili her şeyi yok eder. Belgeleri, kitapları imha ettirir. Halk tarafında çok sevilir saygı görür. Daha önce pek uğraşılmayan afyon tarlalarına düzenleme getirir, esrarı kullanmayı ve haşhaş ekmeyi serbest bırakmıştır. Bu da halkın işine gelir ve hükümdarı desteklerler. Hükümdar bir gün görkemli sarayında derin düşüncelerine dalar. Halkına daha nasıl iyilikler yapacağını düşünür. Derin düşüncelere daldığı esnada yardımcılarından biri yanına gelir. Çok önemli bir haber verir. Hükümdar telaşlanır ve derhal toplantı yapar. Bu kötü haberi veren baş müneccimdir. Baş müneccim huzura çıkar ve hükümdara bir felaketin yaklaştığını sorar. Hükümdar bunun savaş mı? olduğunu sorar müneccim hayır der. Kıtlık mı? diye sorar hayır der. Hükümdar şaşar kalır çünkü her şey yolundadır aslında. Baş müneccim hükümdara çok tehlikeli bir yağmurun yağacağını ve bu sudan içen herkesin delireceğini söyler. Öylede olur. Bu sudan içen herkes delirir. Tüm köy sudan dolayı delirir. Sudan içmeyen akıllıları da deli diye içeri atarlar. Padişah en sonunda askerlerine emir verir ve herkesin sudan içmesini söyler. İlk kendi içer delilerin arasına karışır. Askerler de sudan içer. Bütün bir ülke delirmiş haldedir. Yaşantılarına böyle devam ederler ve gayette memnundurlar. Gücün ne gibi sonuçlar doğurduğunu görür.
Beynamaz
Köyün imamı olan Hacı İmam dinine son derece düşkün, namaz kılmayanları namaza alıştıran, köylüye dini eğitim veren mütevazı bir imamdır. 17 yıl boyunca bu köyde imamlık yapmıştır. Köye bir kuraklık gelir. Köylü imamın yanına gelir ve dua ister. İmam da köyde Gavur Ali olduğu sürece köye yağmur yağmayacağını duaların kabul olunmayacağını söyler. Gavur Ali köyün dışında yaşar çobanlık yapar. Kimseyle geçinemez. Küfürbazdır. Camiye gitmez namaz kılmaz.  İmam bir gün Ali ile konuşmaya ve namaza başlatmaya karar verir. Ali’nin evine gelir ama Ali konuşmak istemez üstüne üstlük bir de köpeğini imamın üzerine salar. İmam köpekten kurtulur ve konuşmakta ısrar eder. Ali en sonunda kabul eder. İmam Ali’ye eğer namaza başlarsa koyunlarının 2 kat artacağını eğer artmazsa namazı tekrar bırakabileceğini söyler. Ali kabul eder. Namaza başlar. Namaza zamanla alışır. Sohbetlere katılır mevlidlere katılır. Bir gün köye şiddetli bir yağmur yağar ve çok uzun sürer. Ali’nin de koyunları birer birer ölmeye başlar. En sonunda elli koyun kalmıştır. Ali imamın yanına gelir ve koyunların artmadığını aksine azaldığını söyler. İmam da beklemesini söyler. Ali bekler ama kalan koyunlarını da kaybeder. Ali bunun üzerine bir sabah köyden ayrılır.

NOT: Küçücükte olsa sizlere yardımcı olabildiysek ne mutlu bizlere. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Yazımız hakkında yorum yapmak isterseniz yayınlarız. beyinsi.com ailesi

 

Tweetle
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 9 YORUM
  1. Eniyi hayranınız dedi ki:

    Çok şık olmuş teşekkür ederim

  2. Dskdldknx dedi ki:

    Tek kelimeyle muhteşem👍😘

  3. mirsat dedi ki:

    eyvallah adamsınız

    1. info dedi ki:

      Teşekkür ederiz. Yardımcı olabildiysek ne mutlu bizlere

  4. Feride dedi ki:

    Çooooooooook yardımcı oldunuz çok teşekkür ederim kısa ve öz olmuş
    MÜTHİŞ OLMUŞ

  5. seher dedi ki:

    teşekkür ederiz

  6. arda dedi ki:

    Güzel

  7. azra çınar dedi ki:

    teşekkürler ödevime yardımcı oldunuz

  8. izediin dedi ki:

    sağolun çok yardımcı oldu

BİR YORUM YAZ

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.